TÜRKİYE- AFRİKA İLİŞKİLERİNDE AFRİKA PERSPEKTİFİ SORUNU

TÜRKİYE-AFRİKA İLİŞKİLERİNDE AFRİKA PERSPEKTİFİ SORUNU

  Tarihi ve jeopolitik açıdan bir Afro-Avrasya ülkesi konumundaki Türkiye son yıllarda çok boyutlu bir dış politika izlemeye çalışmaktadır. Bu süreçte Türkiye’nin izleyeceği politikaların, çok boyutluluğun bütün boyutlarına cevap verebilecek felsefi, tarihi ve coğrafi derinlikte olmalısı için gayret sarfedilmeye çalışıldığı müşahade edilmektedir. Bu meyanda   Afrika kıtasına yönelik Türkiye’nin nasıl bir siyaset izlemesinin ülkemiz ve Afrika kıtası açısından daha faydalı olacağına dair mülahazalarda bulunulacaktır. Bu mülahazalar hem Afrika kıtasının ve hem de Türkiye’nin karşılıklı olarak beklentileri, menfaatleri ve gelecekteki ihtiyaçları dikkate alınarak dile getirilmeye çalışılacaktır. Ülkemizde Afrika ile ilgili mevzularda çalışmaların az olmasından dolayı daha geniş ve çeşitli pespektiflerden bakış açıları ve görüşler dile getirilememektedir. Osmanlının son döneminden bu yan Frankofon Afrika bakış açısı Türkiye - Afrika ilişkilerine egemen olmuştur. Son yıllarda da Angolofon Afrika bakış açısına evrilme emareleri görülmektedir. Bu durumun ülkemizde  Afrika’ya yönelik olarak Türkiye’nin faydasına olan politikalar üretilmesine de engel olduğu görülmektedir. Neticede Afrika’yı Avrupalı perspektiften anlamaya çalışan Türkiye, Afrika’ya hem kendi perspektifinden bakamamış hem de Batılı bakış açısından Batılı Afrika perspektifini yeniden üretmiştir. Bu da Türkiye’nin sahip olduğu imkanların farkına varamamasına sebep olmuştur. Afrika kıtası mevzubahis olduğunda Türkiye’nin tarihi olarak hinterlandı bugün, yaklaşık olarak 30 ülke, 10 milyon km2 toprak, 550 milyon nüfus ve 1000 yılllık bir ortak tarih gözönünde bulundurulmalıdır.

Türkiye – Afrika ilişkilerinin tarihi geçmişine kısaca göz atarsak son yıllardaki hareketlenmenin Afrika’yı bizim perspektifimizden okuyan bir bakış açısının geliştirilmesinin ne kadar önem arzettiği anlaşılabilecektir.

Cumhuriyet Öncesi

Türkiye, Afrika kıtası ile –tamamıyla olmamakla birlikte-ortak bir tarihe, dine ve siyasi geçmişe sahiptir. Mısır’da Tolunoğulları Devleti’nin kurulmasıyla başlayan ortak tarih İhşitler, Memlukler ve Osmanlılarla devam etmiştir.  En yoğun ilişkilerin olduğu dönem ise Osmanlı dönemidir. Bugün bağımsız birer devlet olan birçok Afrika ülkesi tamamen ya da kısmen Osmanlı idaresinin Afrika’daki vilayetlerinin bir parçası olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir.

Afrika kıtası ile olan bu ortak tarih, sömürgeciliğin saldırganlığıyla zirve yaptığı dönemde her iki tarafın da aynı sömürgecilere karşı mücadelesine sahne olmuştur. Osmanlı’nın son döneminde ve Kurtuluş Savaşı’nda Anadolu ve Anadolu dışındaki toprakları işgale gelen ülkelerle aynı ülkelere karşı mücadele vermişizdir. Adana’yı Suriye’yi işgal eden Fransa ile Madagaskar’ı Kongo’yu, Çibuti’yi Çad’ı, Cezayir’i işgal eden, soykırımlar yapan, sömüren Fransa aynıdır. İstanbul ve boğazları işgal eden İngiltere ile Zimbabve’yi, Zambiya’yı, Malavi’yi, Nijerya’yı, Güney Afrika Cumhuriyeti’ni, Kenya’yı, Somaliland’i, Gana’yı işgal eden aynı İngiltere’dir. Antalya ve Konya çevresini işgal eden İtalya ile Trablusgarp’ı, Somali’yi ve Habeşistan (Etiyopya)’ı işgal eden İtalya aynı İtalya’dır. Trablusgarp Afrika kıtasında kalan son toprak parçamızdı.

Osmanlı Devleti, Prof. Dr. Ahmet Kavas’ın ifadesiyle, 400 yıl Afrika’yı sömürgecilerden korumuştur. Doğu Afrika’da sömürgeci İspanyollara ve Portekizlilere karşı uzun yıllar mücadele verdikten sonra Habeş Eyaleti’ni de kaybedince bölgedeki gelişmeleri takip edebilmek amacıyla bundan tam 100 yıl önce 4 Nisan 1912 tarihinde Etiyopya’nın Harar şehrinde Başkonsolosluk açmış ve Necip Has Efendi’yi buraya başkonsolos olarak atamıştır.[1]

Cumhuriyet Sonrası

Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra da daha 1926 yılında Etiyopya’nın başkenti Addis Ababa’da Afrika kıtasındaki ilk Büyükelçiliğini açarak Afrika’ya olan ilgisini göstermiştir. 20. Yüzyılın sonuna kadar Afrika ile ilişkilerimizde çok az ilerleme kaydedilirken 1998 yılında Afrika ülkeleriyle siyasi, askeri, kültürel ve ekonomik ilişkilerimize bir ivme kazandırmak amacıyla “Afrika'ya Açılım Eylem Planı” oluşturulmuştur. Bu bağlamda, Dış Ticaret Müsteşarlığınca 2003 yılı başında “Afrika Ülkeleriyle Ekonomik İlişkilerin Geliştirilmesi Stratejisi” hazırlanmış ve 2005 yılı hükümetimiz tarafından “Afrika Yılı” ilan edilmiştir. Bunlara ilaveten, karşılıklı üst düzey ziyaretlerin gerçekleştirilmesi, yeni ekonomik ve ticari anlaşmaların akdi, ekonomik ve siyasi ikili mekanizmaların tesisi ve karşılıklı ticaret heyeti ziyaretleri teşvik edilerek, Kıta ile ilişkilerimiz çeşitlendirilerek gelişmiştir.

Türkiye, 12 Nisan 2005 tarihinde Afrika Birliği’nde (AfB) gözlemci ülke statüsünü kazanmış ve 5 Mayıs 2005 tarihinde AddisAbaba Büyükelçiliğimiz AfB nezdinde akredite edilmiştir. Ayrıca, Ocak 2008’de AddisAbaba’da yapılan X. AfB Zirvesi’nde alınan kararla, ülkemiz AfB’nin stratejik ortaklarından biri olarak ilan edilmiştir.

Bölgesel Afrika Devletleri ekonomik topluluklarına akreditelikler ve Afrika Kalkınma Bankası’na üyeliğimiz de bulunmaktadır.

Afrika ülkeleriyle ilişkilerimizin içinde bulunduğu aşamanın değerlendirilmesi ve ilişkileri daha da geliştirecek ilave yol ve yöntemlerin belirlenmesi amacıyla 18-21 Ağustos 2008 tarihlerinde İstanbul’da I. Türkiye-Afrika İşbirliği Zirvesi düzenlenmiştir. “Türkiye-Afrika İşbirliği İstanbul Deklarasyonu: Ortak Bir Gelecek İçin İşbirliği ve Dayanışma” ve “Türkiye-Afrika Ortaklığı İçin İşbirliği Çerçevesi” başlıklı belgelerin oybirliğiyle kabul edildiği Zirve’ye, toplam 49 Afrika ülkesi ile, Afrika Birliği dahil 11 uluslararası ve bölgesel örgüt temsilcisi iştirak etmiştir. “Türkiye-Afrika Ortaklığı İçin İşbirliği Çerçevesi” başlıklı belgede yer alan izleme mekanizması uyarınca 15 Aralık 2010 tarihinde ülkemizde Kıdemli Memurlar Toplantısı tertiplenmiştir. Bu toplantıyı,

- 2011 yılında, işbirliği sürecini değerlendirmek ve bir sonraki Zirve’ye hazırlık yapmak amacıyla Bakan düzeyinde bir Gözden Geçirme Konferansı,

- 2012 yılında, daha sonra belirlenecek bir Afrika ülkesinde II. Kıdemli Memurlar Toplantısı ve

- 2013’de, keza daha sonra belirlenecek bir Afrika ülkesinde II. Türkiye-Afrika İşbirliği Zirvesi’nin izlemesi ayrıca karara bağlanmıştır.

Diğer yandan, bir yol haritası niteliği taşıyan 2010-2014 yıllarını kapsayan “Türkiye-Afrika İşbirliği Ortak Uygulama Planı”, İstanbul’da Aralık 2010’da düzenlenen Kıdemli Memurlar Toplantısı’nda kabul edilmiştir.

Sahra’nın Altı Afrika ülkeleriyle ilişkilerimizin güçlendirilmesi ve bölgeye yönelik hedeflerimiz doğrultusunda bu ülkelerdeki mevcut temsilciliklerimizin sayısının artırılmasına karar verilmiş ve 15 yeni Büyükelçilik ve bir Başkonsolosluk açılmasına ilişkin Bakanlar Kurulu Kararları 13 Ekim 2008 ve 11 Temmuz 2009 tarihlerinde tekemmül ettirilmiştir. Halen Afrika’da 27 Büyükelçiliğimiz mevcuttur. Altı ay içerisinde de 6 yeni Büyükelçiliğimizin açılması planlanmıştır.

8 Ocak 2011 tarihinde faaliyete geçen Juba Başkonsolosluğumuzun, ülkemizin Güney Sudan Cumhuriyeti’ni, bağımsızlığın ilan tarihi olan 9 Temmuz 2011’de tanımasını müteakip, Büyükelçilik olarak faaliyete devam etmesi için gerekli girişimler başlatılacaktır.

Büyükelçilik açılması kararı alınan Gine, Burkina Faso, Nijer, Çad, Gambiya ve Namibya ve Gabon’daki temsilciliklerimizin de önümüzdeki dönemde faaliyete geçmesi öngörülmektedir.

Gelişen ilişkiler ışığında, halihazırda 8 Sahra Altı Afrika ülkesinin (Etyopya, Gambiya, GAC, Moritanya, Nijerya, Senegal, Somali, Sudan) Türkiye’de Büyükelçilikleri bulunmaktadır. Ankara’daki Sahraaltı Afrika ülkeleri Büyükelçiliklerinin sayısının önümüzdeki dönemde 18’e yükselmesi beklenmektedir.

Sayın Cumhurbaşkanımız, 2009 yılında Kenya ve Tanzanya’ya, 2010 yılında Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Kamerun ve Nijerya’ya ve son olarak 23-26 Mart 2011 tarihlerinde Gana ve Gabon’a resmi ziyaretlerde bulunmuşlardır.

Başta Nijerya, Gana, Sudan ve Tanzanya olmak üzere çok sayıda SAGA ülkesi Parlamentosu ile TBMM arasında Dostluk Gruplarının bulunması ikili ilişkilerimizin gelişimine önemli katkılar yapmakta olup, Dostluk Gruplarının sayısının arttırılmasına yönelik çalışmalar sürdürülmektedir.

Türkiye, Afrika’da barış ve istikrarın sağlanmasına özel önem atfetmektedir. BM Güvenlik Konseyi’ne geçici üyeliğimizin de verdiği imkanlarla, Afrika’da barış, istikrar ve kalkınmaya elimizden geldiği ölçüde katkıda bulunmaya çalışılmıştır. Türkiye, Afrika’da halen görev yapan 6 BM Misyonundan toplam 5’ine personel ve mali katkı yapmaktadır.

Afrika’ya yönelik dış ticaretimizde bugüne kadar kaydetmiş olduğumuz ve gerçek potansiyeli henüz yansıtmayan aşama da dikkate alınarak, önümüzdeki dönemde toplam ticaret hacmimizin 50 milyar Dolar düzeyine çıkarılması hedeflenmektedir.

AddisAbaba (2005) ve Hartum’dan (2006) sonra, SAGA’daki üçüncü ofisi 2007 yılı başında Dakar’da faaliyete başlayan Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı (TİKA), bugüne kadar 37 Afrika ülkesinde proje gerçekleştirmiştir. Kamu kurumlarımızın SAGA ülkelerine yönelik kalkınma yardımları 2009 yılı itibarıyla 43,729 milyon ABD Doları düzeyindedir. STK’lar tarafından da aynı yıl yapılan 52,608 milyon ABD Doları değerindeki yardımlar da dikkate alındığında, ülkemizin toplam yardımlarının 2009 yılında 97 milyon ABD Dolarına ulaşmıştır.  Türk Havayolları Afrika kıtasında 17 destinasyona direkt uçuş sağlamaktadır

2000 yılından bu yana Afrika ülkelerinden 2000'i aşkın öğrenciye yüksek öğrenim bursu tahsis edilmiştir. 2010-2011 öğretim yılında 390 öğrenciye lisans, lisansüstü, araştırma ve dil bursu imkanı tanınmıştır. Dışişleri Bakanlığımızın Diplomasi Akademisi tarafından 1992 yılından bu yana düzenlenen “Uluslararası Genç Diplomatlar Eğitim Programı”na ise bugüne kadar Afrika ülkelerinden yaklaşık 100 diplomat katılmıştır.[2]

Nasıl Bir Afrika Perspektifi?

Afrikalılar Türkiye’yi küresel emperyalizmin aktörlerinden biri olmadığı için kendilerine yakın görmektedirler. Bundan dolayı da Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Geçici Üyeliği için rekor sayıyla Türkiye’yi desteklemişlerdir. Çünkü Türkiye Afrika’da sömürgecilik yapmamıştır.

Sömürgecilik, sömürgeciliğin keşif kolu olan misyonerlik, kölelik, sömürge altındaki ve ihanet içerisindeki zihniyetler Afrikalıları yormuştur. Afrikalılar insanlara ve devletlere olan güvenlerini kaybetmişlerdir. Afrikalılar dürüst ortaklara ihtiyaç duymaktadırlar. Tutunacak dürüst bir el arayan Afrikalılara Türkiye dostluk elini uzatmalıdır. Tutunacak bir el bulamayan Afrikalılar tekrar eski sömürgeci efendilerinin kanlı ellerini sıkmak zorunda kalmaktadırlar. Ruanda Devlet Başkanı Paul Kagame yıllardır 1994 Ruanda Soykırımı’nın faillerinde biri olmakla suçladığı Fransa’nın Devlet Başkanı Sarkozy’nin elini sıkmak zorunda kalmıştır. Bunun yanında Batılı sömürgeci güçlerden kurtulmak için Çin, İsrail ve Hindistan gibi daha sinsi gelen 21. yüzyıl sömürgeci güçlerine karşı da Afrika’nın uyanık olabilmesi için Afrika’nın kaynaklarının Afrikalılar tarafından kullanılması perspektifini benimseyen karşılıklı işbirliği isteyen Türkiye orada olmalıdır. Küresel ölçekte yaşanan ekonomik, siyasi ve sosyal buhranların Afrika kıtasına yansıması diğer ülkelere nazaran daha ağır olmaktadır. Küreselleşmenin yıkıcılığını azaltabilmek için Türkiye-Afrika işbirliği çok önemlidir.

Batılılar, sömürgecilik sistemini sadece Afrika’nın kaynaklarını Avrupa’ya taşımak ve bu yolla zenginleşmek için değil Afrika’nın kalkınmamasını sağlamak için de  kullanmışlardır. Bütün toplumlarda sosyal yapının korunması ve sürekliliği için en temel hak olan eğitim unsurunu bile kalkınmamayı sağlamak için kullanmışlardır.[3] Afrikalıların Türkiye’den beklentileri bu acı tecrübenin izlerinin silinmesi için sürdürülebilir bir kalkınmayı gerçekleştirecek tecrübesini paylaşması, sahip olduğu teknolojisinin transferi ve kendilerine rehberlik edilmesidir. 500 yılı aşkın bir süre yaşadıkları sömürgecilik ve apartheid tecrübesi Afrikalılarda hafıza donukluğuna sebep olmuştur. Ashanti, Büyük Zimbabve, Dahomey krallıkları, Kanem- Borno Sultanlığı dönemindeki ihtişamlı günlerinde olduğu gibi uluslararası alanda itibarlı bir konumda olup eşit şartlarda mücadele edebilmek için Türkiye’nin kendilerinin yanında olmasını arzu etmektedirler.

Afrikalılar yaşamış oldukları acı tecrübeler neticesinde Türkiye ile ilişkilerinin eşitlik temelinde karşılıklı güven ve saygı anlayışı ile geliştiğini memnuniyetle kaydetmektedirler. Afrikalılar Afrika’nın fakir olmadığını kalkınma olmadığı için problemler yaşadıklarını ifade etmektedirler. Türkiye’de ileri derecede teknolojinin Afrika’da ise kaynak ve insan gücünün bulunduğunu belirtmektedirler. Birçok ülke Afrika’daki elçiliklerini kapatırken Türkiye’nin birçok Afrika ülkesinde elçilik açmasını takdirle karşılamaktadırlar.[4]

Kalkınma programları, bölgesel kaynakların kullanıldığı üretime dayalı ve sürdürülebilir olmalıdır. Su kaynağı olarak bol gölleri olan bir ülkede fizibilite çalışmaları yapılmadan, coğrafi ve mevsimsel şartlar gözönünde bulundurulmadan açılan su kuyuları bazen kuruyarak bazen de obrukların oluşmasına sebebiyet vererek zarar vermeye başlayabilir.

Eğitim çalışmaları yapılırken, ülkelerdeki kültür, etnik, dil, din ve mezhep hassasiyetleri gözönünde bulundurulmalıdır. 3000 civarında dil ve kültürün yaşadığı Afrika kıtasında kozmopolit toplumsal dinamiklerin ülkelerin sınırları ile belirlenmediği gözden kaçırılmamalıdır. Sömürgecilik tarihine atıflar yapılırken kıtadaki ülkelerin birçoğu Hıristiyan oldukları için hala varolan gönül bağlarının sömürgeci güçlere karşı ifadelerden alınacakları dikkate alınarak hassas bir dil kullanılmalıdır. Müslümanlar açısından da Müslümanlara Sünnilik, Hanefilik, grupçuluk, hizipçilik refleksleriyle değil sadece Müslümanlık üzerinden bir dil oluşturulması daha kucaklayıcı olacaktır. Eğitim çalışmaları, mümkün mertebe çocuklar kendi topraklarından koparılmadan bulundukları ülkelerdeki sosyo-kültürel ortamla uyumlu bir şekilde kurulacak eğitim yuvalarında yapılmalıdır.

Ekonomik açıdan Afrika kıtası çok zengin kaynaklara sahiptir. Dünyanın en zengin uranyum, altın, demir, petrol, boksit, platinyum yatakları Afrika kıtasındadır.[5] En verimli tarım arazilerine sahiptir. Atlas ve Hint okyanuslarının her ikisinin imkanlarından da faydalanabilecek durumdadır. Afrika’nın ihtiyacı olan ekonomik yardımlar değil kaynakların uygun şekilde yönetilmesidir. Türkiye bu kaynakların kullanım ve idaresi konusunda Afrikalıların yararına olacak şekilde yardımcı olmaya çalışması daha faydalı olacaktır. Türkiye kendisi böyle bir çalışma içerisine sadece kendisi olarak girmelidir. Küresel yeni sömürgeci güçlerden herhangi birileriyle ortak projeler geliştirerek girmemelidir. Afrikalıların Türkiye’ye varolan güvenlerini zedeleyecek bir durumun ortaya çıkmasına sebebiyet verilebilir.

Kuzey Afrika ülkelerinde yaşanan Ocak Ayı’nın “Yalancı Bahar”ında açan çiçeklerin Şubat Ayı ortasında gelecek ağır kış altında birer birer donup döküleceğini düşünerek mesafeli duran Afrika ülkelerinin hassasiyetleri gözönünde bulundurulmalıdır.

Afrika ile yardım, Afrika ile yoksulluk kavramlarını yanyana kullanmaktan Afrika’nın fakirliğini dile getirmekten vazgeçmeliyiz. İnşa edilmiş bu Afrika resminin ortadan kalkmasını sağlamalıyız. Bunların yerine Afrika-kalkınma, Afrika-gelişme kavramlarını daha sık kullanmalı ve  Afrika’nın kültürel ve ekonomik zenginliklerinin tanıtılması için gayret sarfetmeliyiz.

Türkiye, Afrika politikalarını şekillendirirken bütün bu unsurları dikkate alan bir perspektifle çalışmalar yaparsa daha sağlıklı neticeler elde edilecektir. Batılı ülkelerin tecrübelerini dikkate alarak bir Afrika politikası belirleyemeyiz. Sömürgeci, işgalci, kibirli Avrupa Merkezli Afrika pespektifi yerine işbirliği, dayanışma, tarihi bilgi, birikim ve tecrübesini paylaşma üzerine inşa edilmiş bir Afrika perspektifi en doğru tercih olacaktır. Sömürgeciliğin eski ve yeni bütün formlarıyla Afrika kıtasına yeniden dönüşünün planlarının yapıldığı bir zamanda Türkiye’nin işbirliği ve dayanışma merkezli Afrika Açılımı çok büyük bir değer ifade etmektedir.

 

 

 



[1] Osmanlı – Afrika İlişkilerine dair etaylı bilgi için Prof. Dr. Ahmet Kavas’ın Osmanlı-Afrika İlişkileri kitabına bkz. Kitabevi 2011.

[3] Walter Rodney, How Europe Underdeveloped Africa, s, 376, Tanzanya Publishing House Dar-Es-Selam, 1973.

[5] Bu konuda detaylı bir çalışma için Faysal Yachir, Mining in Africa Today, United Nations University Press, 1988.

 

  
4617 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam19
Toplam Ziyaret69443
Saat